'5 yıl içinde 7 ülkeyi ele geçireceğiz'
Amerikaklı General Clark, ABD Başkanlığı'na aday olmayı düşünün isimlerden biri olarak ABD'nin Ortadoğu planlarını anlattı..
05 Nisan 2007 09:52
Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran...” Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Generali General Wesley Clark,1999-Yugoslavya Savaşı sırasında NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanıydı. 2004’te Demokrat Parti’nin Başkan adayı olarak gösterildi. Clark “Irak’ta Yapmamız gereken şey, Amerikan gücünün diplomatik, ekonomik, legal ve askeri tüm unsurlarını kullanan bir stratejiye sahip olmaktır. Hemen şimdi bölgeye üst düzey bir diplomatik grup gönderirdim. İran ve Suriye’yle engelsiz ve önkoşulsuz müzakereler yapardım. Halihazırdaki 150 bin askeri çekmek ya da 50 bin daha göndermek dahil tüm planlarımın bilinmesine izin verirdim.” diyor.
Kanada Merkezli Düşünce Kuruluşu Democracy Now Global Research'dan Amy Goodman'ın röportajı
Askeri hizmetlerinin sonrasında başkanlık yapan bu generaller hakkında ne düşünüyorsunuz?
General Clark: Onları severim. Bu durum daha önceden olmuştu.
Yine olacak mı?
General Clark: Olabilir.
Bu soruyla devam edelim. Başkanlık için aday olacak mısınız?
General Clark: Olmayacağım demedim.
Neyi bekliyorsunuz?
General Clark: Şu an tartışma özgürlüğüm olmayan bir kaç ön koşul için bekliyorum. Ancak şunu söyleyeceğim, bu konu hakkında her gün düşünüyorum.
İran hakkında konuşalım. Savaşın engellenmesi için tahsis edilen bir web siteniz var.
General Clark: www.stopiranwar.com
Tüm bu gelişmeler, kitle imha silahlarının varlığı iddiasıyla yönlenen Irak savaşının başlangıcının bir tekrarı mı?
General Clark: Evet, bir bakıma. Fakat bildiğiniz gibi tarih kendini özellikle iki kez tekrar etmez. 2002’de Kongre’deki tanıklığımda uyardığım konu şuydu: “Eğer bir devlet hakkında endişelenmek istiyorsanız, bu Irak değil, İran olmalıdır”. Ancak bu hükümet ve yönetimimiz, Irak için endişelenmek istedi, İran için değil.Nedenini biliyordum çünkü 11 Eylül’ün hemen ardından Pentagon’daydım. 11 Eylül’den 10 gün sonra, Pentagon’a gidip Savunma Bakanı Rumsfeld ve yardımcısı Wolfowitz’i gördüm. Müşterek Karargah’ta daha önce benimle çalışanlara sadece merhaba demek için alt kata indim. Generallerden biri beni içeri çağardı. “Efendim, gelip benimle bir kaç dakikalığına konuşmalısınız” dedi. “Peki, ama çok meşgulsünüz” dedim. “ Hayır, hayır” dedi. “Irak’la savaşa girmeye karar verdik”.Ya 20 Eylül ya da o sıralardaydı. “Irak’la savaşa mı gireceğiz? Neden?” dedim. “Bilmiyorum” dedi, “Bana kalırsa başka ne yapacaklarını bilmiyorlar”. “Peki, Saddam’ı El-Kaide’ye bağlayacak her hangi bir bilgi bulmuşlar mı” diye sordum. “Hayır, o konuda henüz bir şey yok, sadece Irak’la savaşa girmek konusunda karar almış durumdalar” dedi. “Sanırım teröristler konusunda ne yapacağımızı bilmiyoruz ancak iyi bir orduya sahip olduğumuzdan hükümetleri indirebiliriz. Tek sahip olduğun malzeme bir çekiçse, tüm sorunlar birer çiviymiş gibi görünmeli” dedi. Birkaç hafta sonra onu tekrar görmek için gittim, o sıralar Afganistan’ı bombalıyorduk. “Hala Irak’la savaşa girme durumunda mıyız” diye sordum. “Daha da kötüsü” dedi. Masasına uzandı, bir kağıt aldı. ‘Bunu az önce yukarıdan aldım’ -Savunma Bakanı’nın ofisinden anlamına geliyordu- ‘Beş yıl içinde, Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi nasıl ele geçireceğimizi anlatan bir not.’ “Gizli mi” diye sordum. “Evet efendim”dedi. “Peki, bana gösterme” dedim. Bu generali bundan bir yıl kadar önce gördüm. “Hatırlıyor musun” dedim. “O notu size göstermedim efendim! Size o notu göstermedim!” dedi.
Affedersiniz, generalin adının ne olduğunu söylemiştiniz?
General Clark: Size adını vermeyeceğim.
Öyleyse şu ülkelere geri dönelim.
General Clark: Irak’la başlıyor, sonra Suriye ve Lübnan, ardından Libya, Somali, Sudan ve İran’a dönüyor. İran’a baktığınızda, “Bu bir tekrar mı” dediniz, tam anlamıyla bir tekrar değil. Doğrusu şu: Başlangıçtan beri İran, ABD’nin Irak’taki varlığını hem bir tehdit hem bir lütuf olarak gördü. Çünkü Saddam Hüseyin’i ve Baas’ı ele geçirdik. Onlar başa çıkamamıştı, biz onlar için bunu yaptık. Aynı zamanda bir tehdit, çünkü bu listede sıradaki onlar. Ve tabiî ki işin içindeler, Irak’la savaş sırasında bir milyon insan kaybetti İran, ayrıca Irak’la uzun, savunmasız ve güvensiz bir sınırı var. Baasçılara yaptığımız saldırılara tolerans gösterdiler. Saddam Hüseyin’i yakaladığımızda mutluydular.
Bununla birlikte, kendi etki ağlarını inşa ediyorlar. Bunu sağlamlaştırmak için, ara sıra doğrudan ve dolaylı olarak, hem asilere hem de milislere bazı askeri destek, eğitim ve tavsiyeler veriyorlar. Bu açıdan tam olarak paralel değil. Çünkü öyle inanıyorum ki, bir kısmı meşru, bir kısmı değil, devam eden bir İran bağlantısı zaten var. Şunu demek istiyorum, İran’ı hatalı bulmakta zorlanabilirsiniz, çünkü tıbbi bakıma ihtiyacı olan Iraklılara göz ameliyatı yapmayı öneriyorlar. Bu savaşa gidebileceğiniz bir suç değil, etki alanı yaratmak için bir çabadır. Amerikan Yönetimi inatla İran’la konuşmayı reddediyor. Bu kısmen kendi ülkelerine verecekleri hesapla ilgili, yani ABD’nin yerel siyasi tabanıyla, sağcı tabanıyla ilgili. Öte yandan, düşürmeye çalıştıkları bir hükümeti meşrulaştırmak istemiyorlar. İran’ın yerinde olsaydınız büyük ihtimalle ABD’yle zaten bir savaş içinde olduğunuza inanırdınız. Çünkü rejimlerinin değişmesi gerektiğini iddia ediyoruz, Kongre’den bunun için 75 milyon dolar tahsis etmesini istiyoruz, İrak’a (metinden aynen) sızan ve her şeyi havaya uçuran terörist grupları sözüm ona destekliyoruz. Bunu yapmıyorsak bile haberdarız ve cesaretlendiriyoruz. Sonuç olarak İran’la karşı karşıya gelme durumu ya da kriz noktasına gelinmesi şaşırtıcı değil. Benim işaret ettiğim nokta İranlıların iyi adamlar olduğu değil- ki değiller-; son, en son çare olması dışında güç kullanmamanız gerektiğidir. Bir askeri seçenek var, ama kötü bir seçenek.
Bu hafta The New Yorker’daki köşesinde Seymour Hersh’in değindiği iki kilit noktaya yorumunuzu almak isterim. Kendisi, Pentagon’un Genelkurmay Karargahı ofisinde İran’a saldırmak için özel bir plan grubunun oluşturulduğunu bildiriyor. Suudi Arabistan destekli Sünni İslamcı grupların güçlenmesi ve İran’ı arkasına alan Şiilerin zayıflatılması çabaları kapsamında, Bush yönetimi ve Suudi Arabistan; Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, İran gibi pek çok bölgede gizli operasyonlar için para aktarıyor. Bu örtülü para akışının bir kısmı Lübnan’da El-Kaide bağlantılı cihad yanlısı gruplara gidiyor. Şiilerle mücadelenin finansmanı, Prens Bender ve -Kongre’den onay almadan-ABD nakit akışıyla sağlanıyor, böylece para El-Kaide bağlantılı Sünnilere ulaşmış oluyor.
General Clark: Bakın, bunu doğrulayacak ya da yalanlayacak doğrudan bir bilgiye sahip değilim. Elbette akla yatkın bir şey. Suudiler çok daha etkin bir rol alıyor artık.
Suudi Arabistan’daydınız.
General Clark: Efendim?
Suudi Arabistan’dan yeni geldiniz.
General Clark: Ah, evet. Bakın Suudiler, Irak neticesinden muazzam çıkarlar elde edeceklerinin farkında ve bölgede özellikle ABD’nin kararına güvenmiyorlar. Irak’ta yeterliliğimizi tam olarak kanıtlamadık, bu yüzden işleri kendi çıkarlarına çevirmeye çalışıyorlar. Asıl tehlike, aslında oldukça karmaşıktır çünkü diyelim ki sadece “ Irak’tan artık çekil” diyenlerin isteklerine göre hareket edeceğiz. Peki, tamam. Bunu teknik olarak yapabiliriz. Korkunç olur, üç ya da dört ayı alır ama taburları teker teker yola çıkarırsınız. Topçuları Humveelere yerleştirirsiniz. Silahlarını doldurup hazır duruma getirirsiniz ve yönlerini Irak dışına çevirirsiniz. Belki pusuya yatarak ateş edebilirler. Helikopter uçuşları yaparsınız, kendi hava sahanızı korursunuz ve oradan büyük ihtimalle güvenli bir şekilde çıkarsınız. Ancak, ayrıldığınızda Suudiler, Şiilerle savaşmak için birilerini bulmak zorunda kalacak. Kimi bulacaklar? El-Kaide’yi. Çünkü hem radikal hem de savaşmaya gönüllü Sünni gruplar muhtemelen El-Kaide uzantılı gruplar olacak. Bu bakımdan bölgeden erken ayrılmamız garip bir tutarsızlık içerir. Öyle bir durumda, Suudilerin Irak’ın içerisinde tutunabilmek ve İran’ın genişleme politikasını bloke etmek için artık alenen kaynak aktardıkları oldukça güçlü Sünni bir grubun, bize karşı oluşturduğu tehdidi güçlendirmiş oluruz.
İlginç bir şekilde, John Negroponte Dışişleri Bakan yardımcılığı görevi için Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nden istifa ederek iki numaralı adam oldu. Seymour Hersh bunun Negroponte’un, Bush yönetiminin Ortadoğu’daki örtülü faaliyetlerinden rahatsız olması sebebiyle gerçekleştiğini söylüyor. Hersh’e göre gelişmeler, 1980’lerde, Negroponte’un da karıştığı İran-Kontra skandalı yankılarına yakın seyrediyor.
General Clark: Aslında John’un Dışişlerine dönmesinde birçok neden olduğuna eminim. John iyi bir adam. Biliyorsunuz, devlet içinde soru, ‘işinizden daha büyük müsünüz’dür. Çünkü eğer işinizden daha büyük değilseniz, olayların ve parçası olduğunuz ama olmamanız gerektiğini bildiğiniz faaliyetlerin baskısıyla tuzağa düşürülürsünüz. Ben gerçekten neden Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nü bıraktığını bilmiyorum. Dışişlerinde başlamıştı, belki de yine Dışişleri’ne dönüp kariyerini orada tamamlama gibi bir tercihi vardır.
Amerikaklı General Clark, ABD Başkanlığı'na aday olmayı düşünün isimlerden biri olarak ABD'nin Ortadoğu planlarını anlattı..
05 Nisan 2007 09:52
Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran...” Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Generali General Wesley Clark,1999-Yugoslavya Savaşı sırasında NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanıydı. 2004’te Demokrat Parti’nin Başkan adayı olarak gösterildi. Clark “Irak’ta Yapmamız gereken şey, Amerikan gücünün diplomatik, ekonomik, legal ve askeri tüm unsurlarını kullanan bir stratejiye sahip olmaktır. Hemen şimdi bölgeye üst düzey bir diplomatik grup gönderirdim. İran ve Suriye’yle engelsiz ve önkoşulsuz müzakereler yapardım. Halihazırdaki 150 bin askeri çekmek ya da 50 bin daha göndermek dahil tüm planlarımın bilinmesine izin verirdim.” diyor.
Kanada Merkezli Düşünce Kuruluşu Democracy Now Global Research'dan Amy Goodman'ın röportajı
Askeri hizmetlerinin sonrasında başkanlık yapan bu generaller hakkında ne düşünüyorsunuz?
General Clark: Onları severim. Bu durum daha önceden olmuştu.
Yine olacak mı?
General Clark: Olabilir.
Bu soruyla devam edelim. Başkanlık için aday olacak mısınız?
General Clark: Olmayacağım demedim.
Neyi bekliyorsunuz?
General Clark: Şu an tartışma özgürlüğüm olmayan bir kaç ön koşul için bekliyorum. Ancak şunu söyleyeceğim, bu konu hakkında her gün düşünüyorum.
İran hakkında konuşalım. Savaşın engellenmesi için tahsis edilen bir web siteniz var.
General Clark: www.stopiranwar.com
Tüm bu gelişmeler, kitle imha silahlarının varlığı iddiasıyla yönlenen Irak savaşının başlangıcının bir tekrarı mı?
General Clark: Evet, bir bakıma. Fakat bildiğiniz gibi tarih kendini özellikle iki kez tekrar etmez. 2002’de Kongre’deki tanıklığımda uyardığım konu şuydu: “Eğer bir devlet hakkında endişelenmek istiyorsanız, bu Irak değil, İran olmalıdır”. Ancak bu hükümet ve yönetimimiz, Irak için endişelenmek istedi, İran için değil.Nedenini biliyordum çünkü 11 Eylül’ün hemen ardından Pentagon’daydım. 11 Eylül’den 10 gün sonra, Pentagon’a gidip Savunma Bakanı Rumsfeld ve yardımcısı Wolfowitz’i gördüm. Müşterek Karargah’ta daha önce benimle çalışanlara sadece merhaba demek için alt kata indim. Generallerden biri beni içeri çağardı. “Efendim, gelip benimle bir kaç dakikalığına konuşmalısınız” dedi. “Peki, ama çok meşgulsünüz” dedim. “ Hayır, hayır” dedi. “Irak’la savaşa girmeye karar verdik”.Ya 20 Eylül ya da o sıralardaydı. “Irak’la savaşa mı gireceğiz? Neden?” dedim. “Bilmiyorum” dedi, “Bana kalırsa başka ne yapacaklarını bilmiyorlar”. “Peki, Saddam’ı El-Kaide’ye bağlayacak her hangi bir bilgi bulmuşlar mı” diye sordum. “Hayır, o konuda henüz bir şey yok, sadece Irak’la savaşa girmek konusunda karar almış durumdalar” dedi. “Sanırım teröristler konusunda ne yapacağımızı bilmiyoruz ancak iyi bir orduya sahip olduğumuzdan hükümetleri indirebiliriz. Tek sahip olduğun malzeme bir çekiçse, tüm sorunlar birer çiviymiş gibi görünmeli” dedi. Birkaç hafta sonra onu tekrar görmek için gittim, o sıralar Afganistan’ı bombalıyorduk. “Hala Irak’la savaşa girme durumunda mıyız” diye sordum. “Daha da kötüsü” dedi. Masasına uzandı, bir kağıt aldı. ‘Bunu az önce yukarıdan aldım’ -Savunma Bakanı’nın ofisinden anlamına geliyordu- ‘Beş yıl içinde, Irak’la başlayan sonrasında Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan’la devam edip İran’la bitecek yedi ülkeyi nasıl ele geçireceğimizi anlatan bir not.’ “Gizli mi” diye sordum. “Evet efendim”dedi. “Peki, bana gösterme” dedim. Bu generali bundan bir yıl kadar önce gördüm. “Hatırlıyor musun” dedim. “O notu size göstermedim efendim! Size o notu göstermedim!” dedi.
Affedersiniz, generalin adının ne olduğunu söylemiştiniz?
General Clark: Size adını vermeyeceğim.
Öyleyse şu ülkelere geri dönelim.
General Clark: Irak’la başlıyor, sonra Suriye ve Lübnan, ardından Libya, Somali, Sudan ve İran’a dönüyor. İran’a baktığınızda, “Bu bir tekrar mı” dediniz, tam anlamıyla bir tekrar değil. Doğrusu şu: Başlangıçtan beri İran, ABD’nin Irak’taki varlığını hem bir tehdit hem bir lütuf olarak gördü. Çünkü Saddam Hüseyin’i ve Baas’ı ele geçirdik. Onlar başa çıkamamıştı, biz onlar için bunu yaptık. Aynı zamanda bir tehdit, çünkü bu listede sıradaki onlar. Ve tabiî ki işin içindeler, Irak’la savaş sırasında bir milyon insan kaybetti İran, ayrıca Irak’la uzun, savunmasız ve güvensiz bir sınırı var. Baasçılara yaptığımız saldırılara tolerans gösterdiler. Saddam Hüseyin’i yakaladığımızda mutluydular.
Bununla birlikte, kendi etki ağlarını inşa ediyorlar. Bunu sağlamlaştırmak için, ara sıra doğrudan ve dolaylı olarak, hem asilere hem de milislere bazı askeri destek, eğitim ve tavsiyeler veriyorlar. Bu açıdan tam olarak paralel değil. Çünkü öyle inanıyorum ki, bir kısmı meşru, bir kısmı değil, devam eden bir İran bağlantısı zaten var. Şunu demek istiyorum, İran’ı hatalı bulmakta zorlanabilirsiniz, çünkü tıbbi bakıma ihtiyacı olan Iraklılara göz ameliyatı yapmayı öneriyorlar. Bu savaşa gidebileceğiniz bir suç değil, etki alanı yaratmak için bir çabadır. Amerikan Yönetimi inatla İran’la konuşmayı reddediyor. Bu kısmen kendi ülkelerine verecekleri hesapla ilgili, yani ABD’nin yerel siyasi tabanıyla, sağcı tabanıyla ilgili. Öte yandan, düşürmeye çalıştıkları bir hükümeti meşrulaştırmak istemiyorlar. İran’ın yerinde olsaydınız büyük ihtimalle ABD’yle zaten bir savaş içinde olduğunuza inanırdınız. Çünkü rejimlerinin değişmesi gerektiğini iddia ediyoruz, Kongre’den bunun için 75 milyon dolar tahsis etmesini istiyoruz, İrak’a (metinden aynen) sızan ve her şeyi havaya uçuran terörist grupları sözüm ona destekliyoruz. Bunu yapmıyorsak bile haberdarız ve cesaretlendiriyoruz. Sonuç olarak İran’la karşı karşıya gelme durumu ya da kriz noktasına gelinmesi şaşırtıcı değil. Benim işaret ettiğim nokta İranlıların iyi adamlar olduğu değil- ki değiller-; son, en son çare olması dışında güç kullanmamanız gerektiğidir. Bir askeri seçenek var, ama kötü bir seçenek.
Bu hafta The New Yorker’daki köşesinde Seymour Hersh’in değindiği iki kilit noktaya yorumunuzu almak isterim. Kendisi, Pentagon’un Genelkurmay Karargahı ofisinde İran’a saldırmak için özel bir plan grubunun oluşturulduğunu bildiriyor. Suudi Arabistan destekli Sünni İslamcı grupların güçlenmesi ve İran’ı arkasına alan Şiilerin zayıflatılması çabaları kapsamında, Bush yönetimi ve Suudi Arabistan; Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, İran gibi pek çok bölgede gizli operasyonlar için para aktarıyor. Bu örtülü para akışının bir kısmı Lübnan’da El-Kaide bağlantılı cihad yanlısı gruplara gidiyor. Şiilerle mücadelenin finansmanı, Prens Bender ve -Kongre’den onay almadan-ABD nakit akışıyla sağlanıyor, böylece para El-Kaide bağlantılı Sünnilere ulaşmış oluyor.
General Clark: Bakın, bunu doğrulayacak ya da yalanlayacak doğrudan bir bilgiye sahip değilim. Elbette akla yatkın bir şey. Suudiler çok daha etkin bir rol alıyor artık.
Suudi Arabistan’daydınız.
General Clark: Efendim?
Suudi Arabistan’dan yeni geldiniz.
General Clark: Ah, evet. Bakın Suudiler, Irak neticesinden muazzam çıkarlar elde edeceklerinin farkında ve bölgede özellikle ABD’nin kararına güvenmiyorlar. Irak’ta yeterliliğimizi tam olarak kanıtlamadık, bu yüzden işleri kendi çıkarlarına çevirmeye çalışıyorlar. Asıl tehlike, aslında oldukça karmaşıktır çünkü diyelim ki sadece “ Irak’tan artık çekil” diyenlerin isteklerine göre hareket edeceğiz. Peki, tamam. Bunu teknik olarak yapabiliriz. Korkunç olur, üç ya da dört ayı alır ama taburları teker teker yola çıkarırsınız. Topçuları Humveelere yerleştirirsiniz. Silahlarını doldurup hazır duruma getirirsiniz ve yönlerini Irak dışına çevirirsiniz. Belki pusuya yatarak ateş edebilirler. Helikopter uçuşları yaparsınız, kendi hava sahanızı korursunuz ve oradan büyük ihtimalle güvenli bir şekilde çıkarsınız. Ancak, ayrıldığınızda Suudiler, Şiilerle savaşmak için birilerini bulmak zorunda kalacak. Kimi bulacaklar? El-Kaide’yi. Çünkü hem radikal hem de savaşmaya gönüllü Sünni gruplar muhtemelen El-Kaide uzantılı gruplar olacak. Bu bakımdan bölgeden erken ayrılmamız garip bir tutarsızlık içerir. Öyle bir durumda, Suudilerin Irak’ın içerisinde tutunabilmek ve İran’ın genişleme politikasını bloke etmek için artık alenen kaynak aktardıkları oldukça güçlü Sünni bir grubun, bize karşı oluşturduğu tehdidi güçlendirmiş oluruz.
İlginç bir şekilde, John Negroponte Dışişleri Bakan yardımcılığı görevi için Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nden istifa ederek iki numaralı adam oldu. Seymour Hersh bunun Negroponte’un, Bush yönetiminin Ortadoğu’daki örtülü faaliyetlerinden rahatsız olması sebebiyle gerçekleştiğini söylüyor. Hersh’e göre gelişmeler, 1980’lerde, Negroponte’un da karıştığı İran-Kontra skandalı yankılarına yakın seyrediyor.
General Clark: Aslında John’un Dışişlerine dönmesinde birçok neden olduğuna eminim. John iyi bir adam. Biliyorsunuz, devlet içinde soru, ‘işinizden daha büyük müsünüz’dür. Çünkü eğer işinizden daha büyük değilseniz, olayların ve parçası olduğunuz ama olmamanız gerektiğini bildiğiniz faaliyetlerin baskısıyla tuzağa düşürülürsünüz. Ben gerçekten neden Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nü bıraktığını bilmiyorum. Dışişlerinde başlamıştı, belki de yine Dışişleri’ne dönüp kariyerini orada tamamlama gibi bir tercihi vardır.