http://www.habervakti.com/devam.asp?idyazar=105Ser-den
Muhammed Serdengeçti
Başörtüsü Yahudi geleneği mi?
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz, başörtüsü hakkında özet olarak şöyle diyor: “Tevrat ve Talmud’da başörtüsü ile ilgili ayetler vardır. Başörtüsü Yahudi geleneğidir. Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, “Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü başörtüsüdür. Yahudi geleneği direkt olarak İslâm’ı etkilemiştir. Yoksa İslâm’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir. Başörtüsü, örtmeyenler ile ilgili kesin bir ceza yoktur. Başörtüsü söyleminin arkasında yatan unsur; İslâm’ın, insana ve kadına vermiş olduğu hak ve şeref payesini, henüz İslâm toplumu içine sindirebilmiş değildir. Kadını, insan diye görmeyen kültürden gelen Müslümanlar, henüz daha İslâm’ın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmiş değiller. Hala akademik seviyede bile cariyeler ve hür kadınlar şeklinde ayrımlar vardır. Kur’an-ı Kerim’de sadece ‘Hımar’ kelimesi geçiyor. ‘Hımar’ kelimesi, normal bir örtüyü ifade etmektedir. Başörtüsünü değil. Giysi sıkıntısının çekildiği, hatta çıplak ibadet edildiği dönemde, Kur’an-ı Kerim’in söylediği şuydu: ‘Nasıl Hz. Âdem ile Havva’nın cennet açıldığında ön ve arkaları açılınca, doğal olarak, kendi yaratılışları icabı örtündülerse, siz de öyle örtünün’ demektedir. Yoksa başınızı, saçınızı örtün, örtmediğiniz takdirde yaptığınız haramdır anlamına gelmez. Son dönemlerde başörtüsü siyasallaştığı için, kamusal ve dinsellik yaratıldığından dolayı, insanın temel örtünmesine ilişkin ayetleri, tamamen başörtüsü simgesinde toplamışlar ve bunun bir farz ve emir olduğu söylenmiştir. ‘Başörtüsüne özgürlük ve kadına özgürlük’ tamamen siyasi ve sosyolojik bir hadisedir. Başörtüsünün farz olduğunu kimse iddia edemez.”
Özetlediğim bu görüş bilimsel değildir. İndî ve sübjektiftir. Akademisyen birinin böyle kaynaklara dayanmaksızın konuşması üzücüdür. Üstelik bu akademisyen, İslâm Felsefesi Anabilim Başkanıdır!
Bu başkandan beklenen şuydu: Sahasında kaynaklara inerek, insanlığı bilgilendirmekti. Dinin, fert ve toplumla münasebeti, sosyal dokunun dine olan ihtiyacı. Din, insansız, insan dinsiz yaşayabilir mi? Dinin devletle, devletin dinle münasebeti. Bu ikisi ayrı yaşayabilir mi? Yaşadığı takdirde sosyal yapıda ne gibi değişiklikler meydana gelir? Birbirine ihtiyacı var mı? Biri diğeri olmadan olur mu? Birbirine baskı yapar mı? Bunun gibi hususlar üzerinde bilimsel çalışma yapılıp insanlığa sunulması gerekir. O kürsüler bunun için kuruldu. Yoksa böyle bilimsel kaynaklara dayanmaksızın konuşulması için değil. Bu şekilde tutarsız konuşmakla, Müslümanları bu şekilde bilimsel esaslara dayanmadan karalamakla insan ancak kendini küçültür! Seviyesini düşürür! Akademisyen olan bir insan, her şeyden önce objektif olmalıdır. İddia ettiği her şeyi ve ağzından çıkan her kelimeyi ve cümleyi ispat etmesi gerekir.
Dünyaya aldanmamak gerekir. Dünya menfaati gelip geçicidir; bugün vardır, yarın yoktur. Fakat Allah’ın nimetleri bakidir. Bay Filiz, görüşünüz bilimsel olsaydı, bir şey demezdik, faydalanırdık; hatta teşekkür ederdik. Siz bu şekilde bir yerlere mesaj vermekle yakında profesörlükle, dekanlıkla YÖK üyesi ile veya YÖK başkanlığı ile hatta Diyanet İşleri Başkanlığı ile ödüllendirilebilirsiniz! Basında bu yönde hakkınızda iddia vardır. Profesör olabilmek için böyle konuştu denilmektedir.
Başörtüsü takmayan kadın büyük günah işlemiş olur. İnkâr ederse mürtet olur. Çünkü başörtüsü ile ilgili ayet-i kerimeleri inkâr etmiş olur. Başörtüsü, örtmeyenler için kesin bir cezanın olmaması, onu farz olmaktan çıkarmaz. Her farzın kesin bir cezası yoktur. Mesela Cenaze namazı kılmak farz-ı kifayedir. Hiç kimse kılmasa, yani cenaze namazı kılınmazsa herkese farz-ı ayın olur. Cenaze kaldırılmadığı takdirde kesin bir cezası var mı? Bir misal daha verelim: Tebliğ-i şeriat da farz-ı kifayedir. Hiçbir grup bu görevi ifa etmezse herkese farz-ı ayın olur. Bu farzı hiç kimse yerine getirmediği takdirde kesin bir cezası var mı? Cenaze namazı kılınmazsa kardeşlik hukuku çiğnenmiş olur. Tebliğ görevi yerine getirilmezse günümüzde olduğu gibi cahiliye devri yaşanır. O toplum başka milletlerin esareti altına girer veya Allah (c.c.) o kavmi yok eder; yerine sevdiği ve kendinden hoşnut olduğu, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirir.
Kadını insan diye görmeyen kültür, putperestliktir; beşeri dinler, (Budizm gibi) felsefi doktrinler ve batı kültürüdür. Yani Yahudilik ve Hıristiyanlıktır. Batı, düne gelinceye kadar kadını şeytan olarak görmüyor muydu? Hayızlı eşinin yanında yatıyor muydu? Hindistan’da kocası ölen bir kadını zevciyle birlikte yakmıyorlar mıydı? Kadını insan olarak görmeyen kültür, İslâm dışı kültürler olduğu halde bu iftira neyin nesidir? Yoksa siz, putperestliği bırakıp Müslüman olan Arap kavmini mi suçluyorsunuz? Ecdadımız da Müslüman olmadan önce Şamanizm dinine mensuptu. İslâm Dini’ne karşılık ulusalcılığı satın almak, kârlı bir alışveriş değildir.
İslâm Dini, önceki kültürleri siler atar. Toplumu yeniden oluşturur. Bir insan veya bir kavim, Müslüman olduktan sonra, önceki kültürüyle suçlanamaz. Suçlamak bir cahiliye kültürüdür.
Cariye ve hür kadın meselesine gelince; Bu mesele İslâm’ın, kadını insan olarak görmesi emrini hazmetmeme şeklinde düşünmeniz yanlıştır. Bu mesele İslâm’ın savaş hukuku ile ilgilidir. Bir inceleyin; bilmiyorsanız erbabına sorun. Öğrendikten sonra beşeri hukukun savaş hukukuyla karşılaştırın. Tarihi inceleyin, günümüzü inceleyin; hangi taraf daha savaş ilkelerine bağlıdır. Görüyorsunuz, küresel güç, Cenevre Sözleşmesi’ne uymuyor. Yazdıkları kâğıt üzerinde kalmaktadır. Yazdıkları niçin kâğıt üzerinde kalmaktadır; hiç düşündünüz mü?
Tesettür, fıtridir. Yani insanın yaratılışında vardır. Hz. Âdem’in ve Havva’nın örtünmesinin sebebi budur. Bu sebeple Tevrat ve Talmut’ta başörtüsü ile ilgili ayetlerin olması tabiidir. Aslı tahrif edilmiş semavi kitaplarda başörtüsü ile ilgili ayetler vardır diye, “mal bulmuş mağribi gibi” bu ayetlere sarılmaya gerek yoktur. Bu şunu gösterir: Tesettür fıtridir. Bu sebeple erkek ve kadının, tesettüre riayet etmesi gerekir. Yahudi geleneği, İslâm Dini’ni nasıl etkilesin; bu mümkün mü? Çünkü İslam dini Resul-i Ekrem’le başlamaz, Hz. Âdem’le başlar. Bu sebeple “Yahudilik direkt İslam’ı etkilemiş” demek doğru olmaz. Bizim bildiğimiz kuvvetli zayıfı etkiler. Yani tahrif edilmiş bir kitap, tahrif edilmemiş bir kitabı etkileyemez. Vahiyde bir eksiklik yoktur. Hiç Allah’ın kelâmında eksiklik olur mu? Allah’ın hükümleri kıyamete kadar bütün insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilecek hüviyettedir. Bu sebeple başka dine ihtiyaç duymaz. İslâm Dini’nden diğer kültürler etkilenmiştir. Mesela Rönesans’ın ortaya çıkışı böyle olmuştur.
Nur suresinin 31. ayetinde geçen ‘hımar ‘kelimesi, baş, gerdan ve göğüs örtüsüdür. “Cuyub” da “ceyb”in cemidir. “Ceyb” de elbisenin yakasıdır (3).
‘Humur,’ kadının başını örttüğü şey (başörtüsü) demek olan ‘hımar’ kelimesinin çoğuludur. Bu nitelikte olmayan başörtüsü sayılmaz.
Aynı ayet-i kerimede geçen ‘cuyûb’ kelimesi ise, başın girmesi için kesilen yer (yaka) demek olan ceyb kelimesinin çoğuludur.
Buna göre ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: “Saçlarını, küpelerini ve boyunlarını yabancılara karşı örtmek üzere başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.”
Bu ifade, kadının göğsü ile boynunun avret mahalli olduğunun kanıtıdır. Bu sebeple yabancı birinin bu yerlere bakması caiz değildir” (4).
Hımar, Müncit’ adlı Arapça sözlükte şöyle tarif edilir: Kadının başını örten şey. Siz Hımar kelimesini, “Normal bir örtü” olarak tarif ediyorsunuz. Bu tarifi nereden aldınız?
Söz konusu ayet-i kerimede geçen “zarb” kelimesi, örtünme ve korunmada titiz davranmayı ifade eder. Hz. Â işe’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “ Allah, ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Yüce Allah, “ Başörtülerini göğüsleri üzerine sarkıtsınlar” mealindeki âyeti indirince, yün, ipek, kıl veya keten gibi şeylerden dokunmuş çizgili geniş örtülerini yırtarak başlarını örttüler.” Tefsirciler şöyle der: “ Cahiliye döneminde kadın, bugün modern cahiliye döneminde olduğu gibi, erkeklerin yanından göğsü, gerdanı ve kolları açık olarak geçerdi. Çok zaman da erkekleri baştan çıkarmak için, bedeninin güzel yerlerini ve saç örgülerini gösterirdi. Başörtülerini arkalarına salıverirler, göğüsleri açık ve çıplak kalırdı. Dolayısıyla mümin kadınlara, başörtülerini önlerinden sarkıtmaları emredildi ki göğüslerini de kapasınlar. Ve kötülerin kötülüğünü kendilerinden uzaklaştırsınlar” (5)
Başörtüsü Allah’ın emridir. Bunu bütün müçtehit imamlar ve ulema söylemektedir. Diyanet İşleri Yüksek Kurulu da aynı görüştedir (6). Din tatbik için gönderilmiştir. Süs olsun ve vitrinleri süslesin diye gönderilmemiştir. Kamusal alan denilen yerlerden Müslümanlar faydalanmayacaklar mı? Oralarda söz sahibi olmayacaklar mı? Allah’ın emirlerini söz konusu yerlerde yerine getiremeyecekler mi? Bu bir bölücülük olmaz mı?
Kaynaklar
1. Hürriyet Gazetesi, 28. 06. 2006
2. Maide,51
3. Fizilâli’l- Kur’an
4. Muhtasar Ruhu’l- Beyan tefsiri
5. Safvetü’ttefasir
Bkz. Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı 03. 02 1993