VATAN FORUM

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
VATAN FORUM

Türkiyemiz ve Dinimiz üzerinde oynanan hain planı gazete kupürleriyle açıklıyoruz


    Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 1196
    Kayıt tarihi : 15/07/06

    Character sheet
    Field1: 2

    Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı  Empty Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı

    Mesaj tarafından Admin Ptsi 23 Ağus. - 7:58

    Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı
    Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı  Ynbutb
    İnan Kahramanoğlu



    Kürtçülerin Türkiye’ye BM müdahalesi plânı  YonKürt bölücülüğünün gerçek niyeti ayrı devlet

    Paris Kürt Enstitüsü tarafından 9 Aralık’ta International Herald Tribune ve 10 Aralık’ta da Le Monde gazetelerine verilen “Türkiye’deki Kürtler ne istiyor” başlıklı ilanla birlikte Kürt bölücülüğünün özerklik talebi en etkili isimler tarafından açıkça telaffuz edilmiş oldu.

    Apo’nun yakalanmasından beri özerklik ve ardından bağımsız devlet kurma niyetlerini inkar eden ve aradan geçen süreç içinde Demokratik Cumhuriyet parolasıyla Kürtlerin kurucu unsur oldukları tezini savunma noktasına kadar gelen Kürt bölücülüğünün Türkiye’nin AB üyeliği sürecini en iyi şekilde kullanma çabası da açığa çıktı.

    Bu iki yabancı gazetede çıkan metne imza atanlar arasında kimler yok ki; Leyla Zana’dan Orhan Doğan, Selim Sadak ve Hatip Dicle’ye, DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’dan DEHAP’lı belediye başkanlarına kadar uzun bir liste. Liste uzun olsa da talepler son derece net ve de bir o kadar kısa.

    Leyla Zana ve DEP’li arkadaşları, tam da 17 Aralık öncesinde yayınladıkları ilanın medyada tepkiyle karşılanmasının ardından çark edip metni sahiplenmeseler de metin tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık talepler içermekteydi. İlan’da yer alan en çarpıcı ifade ise “Türkiye, İspanya’nın Bask ve Katalan, Belçika’nın Valonlar bölgeleri için istediği tanınan ve Ankara’nın Kıbrıslı Türkler için de istediği hakların tümünü Kürtlere tanımalıdır” şeklindeki açık otonomi talebi oldu. Bildiri’de ayrıca “Kürt halkının varlığını tanıyan, kendi kurum ve kuruluşlarını oluşturmasına izin veren yeni bir demokratik anayasa oluşturulmalıdır” denilerek ayrılma hakkının tanınması istendi. Böylelikle Zana ve arkadaşları uzun zamandır dillerinin altında sakladıkları baklayı çıkartmış oldular.

    Gerçi bu taleplerin uzun süreden sonra bu kadar açık olarak ifade edilmesi medyada bir tepki yaratsa da Zanaların tam da hükümetin AB için her türlü tavizi vermeye hazır olduğu bir anda Batılı dostlarına yönelik böyle bir çağrıda bulunmaları şaşrtıcı olmadı.

    Basının ilana yönelik tepkisi ise içeriğinden çok zamanlamasına yönelikti. Medya’nın Zanalara tepkisi daha çok “sırası mıydı şimdi” şeklinde oldu.

    Batı’ya ve BM’ye müdahale çağrısı

    Zana ve arkadaşları tarafından verilen ilan aslında “Kürt sorununun çözümü” için Batıyı göreve çağırma amaçlıydı. Herşeyden önce ilan Türkiye’deki gazetelerde değil İngiltere ve Fransa’da yayınlanan iki gazetede yayınlanmaktaydı. Bu haliyle ilk olarak Türkiye’nin AB ve BM’ye şikayet edilmesi söz konusuydu.

    Ancak metnin içeriğindeki son derece açık ifadeler metnin basit bir şikayetten öte acil bir müdahale çağrısı olarak yorumlanmasını gerektiriyor. Zana ve arkadaşlarının Türkiye’deki Kürtlerle karşılaştırdıkları Basklar ve Katalanlar özerkler ve kendilerine ait parlamentoları var. Yine kendi Parlamentosuna sahip olan İskoçların da bir oylama ile İngiltere’den ayrılma hakları var.

    Dolayısıyla bunu Kürtlere uyarladığımızda karşımıza şu çıkacaktır: Kürtler TBMM içinde temsil edilmekle de yetinmeyecekler, bunun yerine kendi bağımsız meclislerini kuracaklardır. Bunun anlamı bölünme değilse nedir? Üstelik metinde Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler için istediği haklarının aynısını Kürtler için de tanıması istenmektedir. Peki Türkiye’nin Kıbrıs Türkler için istedikleri nedir?

    Her şeyden önce Türkiye Kıbrıs’ta birbirinden farklı olan ve hiç bir zaman kaynaşamamış iki farklı millet bulunduğunu ve dolayısıyla da bu iki milletin iki ayrı devlet olarak tanınması gerektiğini söylemektedir. Yani iki devletli ve iki milletli bir yapı istemektedir.

    Zanalar da Kıbrıslı Türkler için istenen hakların kendilerine de tanınmasını istemektedirler. Bunun Türkçesi şudur: Türkiye’de Türkler ve Kürtler iki farklı millettir. İki farklı milletin iki farklı devlet kurmalarından daha doğal ne vardır.

    Aslında mesele son derece açıktır. Kürt bölücülüğü uzun zamandır sinsi bir plan dahilinde Türkiye’den ayrılmanın planlarını yapmaktadır.

    Bu noktada PKK’nın silah bırakarak siyasalllaşması önemli bir dönüm noktasıydı. Siyasallaşma sürecinin temel amacı Kürtlerin Türk devleti tarafından baskı altında tutulduğu ve insan hakları ihlallerine maruz kaldıkları propagandasıyla Türk devletinin uluslararası camiada tecrit edilmesiydi.

    Planın bir diğer aşaması Güneydoğu’da nüfusun çoğunluğunun Kürtlerden oluştuğunun kanıtlanması idi. Özellikle yerel seçimlerde DEHAP’lı belediyelerin kazandıkları bölgelerdeki seçim sonuçları bu gerçeğin resmi olarak ifade edilmesi olacaktı. Bundan sonra iş Kürtlerin Batılı dostlarına kalacaktı. Kürtlerin haklarını korumak için BM ve Batılı dostlar göreve çağrılacaktı.

    Yerel seçimlere yönelik PKK stratejileri büyük ölçüde sonuç verdi. Diyarbakır başta olmak üzere pek çok ilde DEHAP’lı belediyeler seçimleri kazandılar. Dolayısıyla artık ikinci aşamaya geçilebilirdi.

    İşte Zanaların yayınladıkları bu son metin açıkça Güneydoğu’ya BM müdahalesi istemlerini ortaya koymaktadır. Gerçi şimdilik sadece AB’nin üyelik süreci içinde Kürt sorununun çözümünü bir kriter olarak koymaları istenmektedir ama bu isteklerin “ucu açıktır” ve varacağı nokta Güneydoğu’ya BM müdahalesidir.

    Bunun gerçekleşmesi için belki biraz daha zaman gerekecek ancak yalnızca Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere bakıldığında bu sürecin hiç de uzak olmadığı görülebilir.

    Bilindiği gibi K. Irak’ta da Kürtler Saddam rejimi altında ezildikleri propagandasıyla ABD ile işbirliği içinde Saddam rejimini deviren ve Irak’ı parçalayan işgal planını yürürlüğe sokmuşlardı. Saddam diktatörlüğü devrilecek ve demokratik Irak kurulacaktı. Ardından yaşanan gelişmeler herkesin malumu.

    Şimdiler de ise K. Irak’ta yaşayan Kürtler BM’e yolladıkları bir milyonunun üzerindeki imzayla Irak’tan bağımsızlıklarını isteyecek kadar ileri gitmektedirler. Yani BM’den olaya müdahil olmasını ve kendi haklarını vermesini talep etmektedirler. Benzer biri sürecin Türkiye’deki Kürtler tarafından işletilmeyeceğini kim iddia edebilir. Dahası bütün olan bitenler zaten bu niyeti açıkça sergilemektedir.

    Kıbrıs’tan sonra Güneydoğu’ya ikinci Annan planı

    Irak’ta yaşananlar belki bize biraz uzak gelebilir ancak Kıbrıs’ta Türkiye’nin özellikle son bir yılda yaşadığı tecrübeler Batı müdahaleciliğinin gerçek niyetini çok açık olarak ortaya koymaktadır.

    Bu noktada Kıbrıs örneği son derece öğreticidir. Daha bir kaç yıl öncesine kadar Milli Dava olarak nitelendirilen ve otuz yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin devlet politikası olarak şekillenen Kıbrıs meselesi bir kaç yıl gibi kısa bir sürede bir soruna dönüştürülmüş ve gelinen noktada Türkiye Cumhuriyeti KKTC üzerindeki her türlü hakkını kaybetmek üzeredir. Kıbrıs, şimdilerde Güneydoğu’da oynanmaya çalışılan oyunu görmek açısından önemli bir örnektir.

    Batı önce olmayan bir Kürt realitesi oluşturmuş ardından bunu bir sorun oarak Türk devletinin önüne koymuş ve şimdi de bu yapay sorun üzerinden Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktadır. Türkiye Kıbrıs’tan başlayan ve Güneydoğu’ya kadar uzanan bir direniş mevzisi içinde AB ve ABD kuşatmasına direnmektedir.

    Ancak özellikle Kıbrıs konusunda gelinen nokta Türkiye’nin direncinin büyük ölçüde kırıldığıdır. Kıbrıs artık neredeyse bir ABD üssü haline gelmiştir. Türkiye kağıt üzerindeki bazı hakları dışında Kıbrıs konusunda inisiyatifi kaybetmiştir. AB üyelik süreci adı altında Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki son hakları da yokedilmek üzeredir.

    Güneydoğu ise bu kuşatmanın bir diğer ayağıdır ve Türkiye ne yazık ki burada da inisiyatifi büyük ölçüde kaybetmiş ve kendi toprakları içinde bir Kürt devletinin kurulmasına direnemeyecek kadar güçsüz düşürülmüştür. Sonuçta Türkiye Kıbrıs’ta savaşarak kazandığı haklarını Annan Planı’nın uygulanması adı altında kaybetmiştir.

    Üstelik Annan Planı Rum kesimi tarafından reddedilmiş olmasına rağmen kaybeden yine Türkiye olmuştur. Bu son derece normaldir zira kazananı ve kaybedeni baştan belli bir oyun oynanmaktadır.

    Oynanan oyunu göremeyen Türkiye şimdi yine benzer bir oyunla Güneydoğu’da da kaybetmek üzeredir. Oyun görülmediği takdirde Kıbrıs’ta Annan Planı için kurulan referandum sandığı yakın bir zamanda Güneydoğu’da da önümüze gelecektir.

    Ancak kimse “referandum olmaz, olsa bile ayrılma sonucu çıkmaz” demesin. Rum Kesimi nasıl Annan Planı’nı onaylamadığı halde Ada’nın tek temsilcisi konumuna getirildiyse Güneydoğu için de referandum sonucu ne olursa olsun bağımsız bir Kürt devleti mutlak suretle kurulmak istenecektir.

    Referandum sandığını kabul etmek demek zaten bağımsız Kürt devletinin tanınması anlamına gelecektir. Bu geri dönüşü olmayan bir yoldur. Türkiye şimdi bu yolda hızla ilerlemektedir.

    Türkiye bir kez bu süreci kabul etmek zorunda kaldığında sonucu kontrol etme gücünü de yitirmiş olacak ve Misak-ı Milli’yi ortadan kaldıracak bir Kürdistan’a göz yummaya zorlanacaktır.

    Türkiye gerçekleşmesi mümkün olmayan AB üyeliği sevdasından vazgeçmediği sürece çok kısa bir zaman zarfında önce Kıbrıs’ta ardından da Güneydoğu’da işgalci ülke konumuna düşecek ve her iki alanı da terk etmek zorunda kalacaktır.

    Müdahale zemini nasıl hazırlanıyor?

    Zanaların verdikleri ilan Güneydoğu’ya BM müdahalesinin zeminin hazırlamak için yabancı kamuoyunu harekete geçirmeye yönelik yapılmış önemli bir girişimdir.

    Benzeri bir müdahale zeminini hazırlama kampanyası Türkiye’de de büyük bir süratle işletilmektedir. Büyük basında son dönemde faili meçhul cinayetlerden toplu mezarlara kadar yeni bir kampanya dahilinde Türk devletinin “bozuk sicili” açığa çıkartılmaktadır! Asker katliam yapmakta hiç bir suçu olmayan insanları öldürüp toplu mezarlara gömmektedir.

    İnsanın iyi de hırsızın hiç mi kabahati yok diyesi geliyor. Yirmi yıllık terörle mücadele dönemi, öldürülen binlerce insan ve şehit edilen onbinlerce askerimiz ne kadar çabuk unutuldu. Yoksa Türkiye aradan geçen yirmi yıllık olağanüstü hal döneminde PKK ile değil de yeldeğirmenleriyle mi savaştı!

    Elbette bütün bu soruların cevabı herkesçe bilinmektedir ancak kampanya için düğmeye basan merkezler Türkiye’yi içerde ve dışarda köşeye sıkıştırmak için hiç bir fırsatı kaçırmamaktadırlar. İçerde bölücü teröre boyun eğen Türkiye dışarıda da AB ve ABD’nin her türlü dayatmalarını kabul etmek zorunda kalmaktadır.

    Zaten AB ve ABD başta olmak üzere sözde uluslararası insan hakları örgütlerinin tümünün hazırladıkları raporlarda Türkiye sayısız işkence ve insan hakları ihlalleri ile suçlanmaktadır. Suçlamaların ana maddelerinden birisini de Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı ve baskı altında tutuldukları oluşturmaktadır. Bu gerekçeler Batının müdahale zeminini temel taşlarıdır.

    Uzun yıllardır yürütülen bu propagandanın hangi amaçla yapıldığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye yıllardır süren bu propagandanın etkisiyle insan hakları ihlallerinden antidemokratik uygulamalara kadar artık Batının o demokratikleşmesi için müdahale edilmesi gerekli ülke statüsüne kadar yükselmiştir! Tıpkı Irak gibi, Afganistan ve diğerleri gibi...

    Türkiyle’nin stratejik hataları

    Türk devleti stratejik çıkarlarını Batı ipoteğine verdiği günden beri sürekli kan kaybetmektedir. Terör örgütünün yöneticisi olan teröristler hukuk kuralları hiçe sayılarak cezaevinden salındıktan sonra Başbakandan İçişleri Bakanına kadar devlet protokolüyle görüşebilmekte daha da pervasızlaşarak Türkiye’yi dışarıya jurnallemekte üstelik açık bir biçimde dış müdahale gerekçeleri yaratmak için faaliyet gösterebilmektedirler.

    Devletin bu kadar aciz bir konumda kaldığı andan itibaren Batının olası bir müdahalesi artık kaçınılmaz hale gelmektedir. Türk devleti Güneydoğusunu kaybetme noktasına kadar gelmiştir. Bu noktada öncelikle yapılan hataların tespiti gereklidir

    -Türk Devleti terörle mücadeleden vazgeçmiştir

    -Uyum yasaları ve demokratikleşme adı altında AB’nin dayatmaları kabul edilerek terörün siyasallaşmasına göz yumulmuştur

    -Kürtçe eğitim ve yayın hakkı gibi basit birer kültürel hak gibi gösterilen tavizler sonucu Türk devleti kendi sınırları içinde farklı bir kültürü ve dili olan başka bir milletin yaşadığını resmen kabul etmek zorunda kalmış ve bunun sonucu olarak da bu milletin ayrı devlet kurma hakkını engeller bir pozisyona düşmüştür.

    Bu sürecin sonucu olarak da artık Batının müdahalesine açık bir ülke konumundadır.

    AB’nin bitmeyen “Kürdistan” sevdası

    Türkiye’nin Irak benzeri bir işgal senaryosuyla karşı karşıya kalıp kalmayacağını yakın zamanda göreceğiz. Ama çoktan ortaya çıkmış bazı gerçekler bulunmaktadır. Türkiye içerde bölücü terörün, dışarıda emperyalist güçlerin esareti altına girmiş durumdadır.

    Bu terör ittifakı Türkiye’yi büyük bir kuşatma altına almıştır. Düşünün ki Türkiye’yi ziyarete gelen yabancı heyetlerin neredeyse tamamı Diyarbakır’a uğramadan Türkiye’den ayrılmamaktadır. Hatta bu heyetlerin çoğunun Türkiye’deki ilk uğrağı Ankara’dan önce Diyarbakır olmaktadır.

    Mesut Yılmaz’ın “Türkiye’nin AB üyeliği Diyarbakır’dan geçer” sözüne gönderme yaparcasına Diyarbakır sanki ayrı bir devletin başkentiymiş gibi yabancı heyet ve konukların akınına uğramaktadır. Görünüşe bakılırsa Diyarbakır Türkiye’den çok önce AB’ye girmiş durumdadır.

    Avrupa Parlamentosu Başkanı Borell’in “Kürdistan’a gideceğiz” sözü bir dil sürçmesinin değil AB’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hiçe sayan ve bülücülüğü himaye eden tavrını ortaya koymaktadır.

    Kürt bölücülüğüne dur deme zamanı

    Molla iktidarının başbakanı ise televizyon ekranlarından başkanlık sistemine geçiş için Türkiye’nin eyaletlere parçalanabilmesini olağan karşılayacak kadar ileri gitmektedir.

    Türkiye bu güne kadar bölüce teröre ve arkasındaki emperyalist güçlerin isteklerine boyun eğerek kendi ulusal çıkarlarını yoketme noktasına kadar gelmiştir. Ancak iş artık Türkiye’nin kutsal vatan topraklarının paylaşılmasına kadar vardırılmıştır. Türkiye Kıbrıs’ta yapamadığı hamleyi bölücü teröre karşı kesin tavır alarak gerçekleştirmek zorundadır.

    Kürt bölücülüğünün önünü kesecek her hamle Türkiye’yi Kıbrıs ve K.Irak başta olmak üzere her alanda inisiyatif sahibi yapacak bir sürecin ilk adımı olacaktır.


    http://www.turksolu.org/72/yon72.htm

      Forum Saati Salı 14 Mayıs - 20:56